“Baharı Yaz Uğruna Tükettik / Aşkı Naz Uğruna / Ve Papatyaları Seviyor Sevmiyor Uğruna / Derken Ömrü Tükettik Bir Hiç Uğruna” demişti merhum Sezai Karakoç üstat. Öyledir, hep bir sonraki adımı düşüneceğiz, planlayacağız diye tüketiriz o ânı. Vaktin, ânın tadını çıkaramayız. Geçmişe takılıp kalma gibi bir huyumuz, gelecekten endişe etmek gibi de bir tevekkülsüzlüğümüz vardır maalesef bizim…
Bu yaşa geldim, hâlâ “eskiden şöyleydi” üzüntüsü, “acaba ilerde nasıl olacak” kaygısıyla ömrümü tüketiyorum. “Geçti gün ferdâyı ko saat bu saat dem bu dem” demişti Şeyh Gâlib. Dün iyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla, günahıyla sevabıyla geçti gitti. Bizden hızla uzaklaşmaya devam da ediyor adına geçmiş zaman diyerek. Kimi için de Âh’lı geçmiş zaman ama adı üzerinde işte ; “geçmiş zaman”. Bişr-i Hafî Hazretleri bir sohbetinde “Dün geçti, bugün can veriyor, yarın henüz doğmadı” demişti. İşte Şeyh Gâlib’in “ferdâyı ko, saat bu saat dem bu dem” dediği de tam da bu değil mi? Geçen gitmiş, gelecek olanı bilmiyoruz ama şuan ânın içindeyiz ve o da can vermek üzere.

Ne varsa tüketmek için can atıyor gibiyiz merhum şairimizin dediği gibi. Oysa baharı bahar gibi yaşamak, kışı kış gibi geçirmek mümkünken, eşini dostunu yanındayken çok sevmek, kıymet bilmekte, bir gülü koklarken salavat getirmek, bir manzara karşısında kendini kaptırıp dalıp giderken içinin o an tefekkürle kalması da vaktin kıymetini bilmek ve ânı da dolu dolu hakkıyla yaşamaya girmez mi? Ömrü “hiç” uğruna değil de “muhabbet” uğruna tüketmek için harcamaktır önemli olan. Bittim sanırsın ama aslında daha güzel başlamışsındır. Öldüm dersin ama baharlar getiren bir sabaha doğarsın. Kaybettim dersin belki kazanmışsındır. Düştüm diye ağlarsın ama aslında daha sağlam doğrulman için bir fırsattır o düşüş. Unutma Mirâcını çehh’de buldu Yûsuf… Herkesin bir kuyusu var bu dünyada. Kimi düşer, kimi çıkar, kimi içinde kalır, kimi kuyudan bîhaberdir… Bunlar sadece bakış açımızda gizli. Acıdır çekilir, tatlıdır sevinilir, gülünür ağlanır, ağlanır gülünür. Bunlar hep bir döngüdür. Bunlar bizzat dünyâ’nın kendisidir. Yaşarken hepsi uğrar insanın kalbine. Ara ara göğe bakıp ferahlamalı. Bulutlar bazen siper olsa da sonsuz maviliğe yine de biliriz mavi gök oradadır. Gökyüzünden yaryüzüne bakmalı sık sık… Beş şey gelmeden beş şeyin kıymetini bilmek lazım diye buyurur Efendimiz aleyhisselâm;
“İhtiyarlığından önce gençliğin, hastalanmadan önce sıhhatin, fakirliğinden önce zenginliğin, meşguliyet gelmeden önce boş vakitlerin ve ölüm gelip çatmadan önce hayâtın kıymetini…”
Sabah güne erken başlamak diğer insanlardan daha fazla ve kaliteli yaşamaya sebep olur. Günü çöpe atmak yerine sabah güzel bir “Bismillâh” diyerek ve önümüze bir hedef koyarak kalkmak ömrü “hiç” uğruna tüketmemenin ilk adımıdır. Hatalardan ders çıkarmak yani tecrübe sahibi olmak çok kıymetlidir. O yüzden insanın en iyi öğretmeni hatalarıdır. Dünkü hataları çöpe atıp bugünün sabahına tecrübe sahibi bir insan olarak uyanmak hepimizin elinde. Yeter ki farkında olalım. “İnsanlar ne der acaba” putunu kırdığımız da kurtuluyoruz ayağımızdaki ve kalbimizdeki prangalardan. İşte o vakit anlıyoruz baharı yaz uğruna, aşkı naz uğruna, papatyaları seviyor sevmiyor uğruna ve ömrü bir hiç uğruna tüketmemeyi, tükettirmemeyi… Hâsılı, insan neyi atlatmıyor ki; yeri geliyor ölümle imtihan oluyor, yeri geliyor parayla, yeri geliyor varlıkla, ayrılıkla, sağlıkla, onunla, bununla, şununla vs… Hep imtihan oluyoruz. Hangi gecemiz kararıp kaldı ki. Hangi gece sabaha, hangi gün geceye dönmedi ki. Döner, hep döner. Kâinat dönüyor, gezegenler dönüyor, mevsimler dönüyor, doğum ölüme; ölüm doğuma dönüyor, gece gündüze; gündüz geceye dönüyor, ağaç kağıda, kağıt ateşe, ateş küle, kül toprağa dönüyor. İnsanoğlu da dönüyor.
Sevgili yâr,
Aman Kalplerimiz dönmesin yeter…