Çok hızlı gidiyoruz. Bu hızla gittiğimiz için de dikkatimiz dağılıyor. Biz de dağılıyoruz, zihnimiz de teşevvüşe uğruyor. Yani o da dağılıyor. Hep bir hız içinde hayatımız. En önemli özelliğimiz haline geldi bu hız. Gideceğimiz yere hızla ulaşıyoruz, bilgiye hızla erişiyoruz. Neden? Çünkü yavaşlığa tahammülümüz yok. Sakinlik en büyük düşmanımız. Bu hız hayatımıza öyle sirayet etmiş ki, sakin sakin yapılacak işler artık gözümüze batar olmaya başlamış. Neden yavaşlığa tahammülümüz kalmadı ki bizim? Baksanıza günler, haftalar, aylar hatta yıllar bile birbirini kovalıyor. Onların da yavaşlığa tahammülü kalmadı artık. Sakinlik, dinginlik ve huzur sanki aranır da bulunamaz olmuş. “Kıyamete yakın zaman hızlanacak” buyuruyor Peygamber Efendimiz. Belki de zaman durduğu yerde duruyor ama bizim zaman algımız hız kazanıyor. Kim bilir!
Sükûnet lâzım bize biraz. Biraz da sakinlik…

İnsanın derinleşebilmesi için sakinliğe, sessizliğe ihtiyacı var. Derin bir sessizliğe. İçini duyabileceği, için de kalabileceği bir sessizliğe. Bunca hız ve koşturma içinde insan sathileşiyor, basitleşiyor, sığlaşıyor. Oysa derinlik sükûnette saklı… Ne güzel söylemişti şâir; Tiz-reftâr olanın pâyine dâmen dolaşır/ Erişir menzil-i maksuduna âheste giden. Âheste giden, sakin olan amacına elbette ulaşır. Ama acele edenin ayağına etekleri dolaşır. Küçükken hep duyardık ya büyüklerimizden; “acele işe şeytan karışır” diye. Hikmet hep onlarda…
Mütemâdiyen koşturuyoruz.
Namazlarımızı bile hızla kılar olduk. Aradan çıkarmak niyetiyle hâşâ. Oysa namaz bizi alır da sıkıştığımız, savrulduğumuz o aradan çıkarır. Ne güzel bir sığınaktır secde. Fırtınalı bir deniz de sütliman bir sakinlik gibi… Buna tasavvuf ilmini bilenler “an” derler. An ile dem arasında da bir irtibat vardır. Onun için “dem bu demdir dem bu dem” der erenler.
“Âsûde olam dersen eğer gelme cihana / Meydâna düşen kurtulamaz seng-i kazâdan” demişti ya Ziyâ Paşa; ‘’eğer mutlu ve rahat olmak istersen bu dünyaya hiç gelme; çünkü şu hayat meydanına bir defa düşen kaza taşlarından -ızdırap verici dertlerden- kurtulamaz.’’ Tabi ki şair muhayyilesi farklıdır. Bunca hızın, hareketin içinde sizi dinlendirir ve yavaşlatırlar. Dünyaya gelmek- gelmemek elbette bizim elimizde olan bir durum değil ama onlar işte böyle üst perdeden söylerler söyleyeceklerini. Demek istediği de şudur; “madem dünyaya geldin, başa gelenlere sabredeceksin” Huzuru gittiğin yolda, gördüğün mavi de, yeşil de arama. Huzur içine yaptığın yolculukta. Dışından çıkıp, içine gittiğin yerde huzur. Orası huzurlu değilse nereye gidersen git huzursuz olur, huzursuz edersin… Bu yüzden kalbinle iyi geçin. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz. Ve sonunda hiç yaşamamış gibi gidiyoruz. Biz bu olamayız! Bir iz, bir küçük eser, bir güzel koku bırakmalıyız giderken. “Biraz yavaşlayın. Bu hayattan bir kere geçeceksiniz” demişti Kemal Sayar Hoca.
İyi ki secdeye koyacak bir başımız, kırık bir kalbimiz, gölgesinde soluklandığımız ağaçlar, kuşlar ve çiçekler var. Biraz da şiir.
Yoksa bu dünya, bunca hareket ve hız çekilecek şey değil.