Skip links

Defineye Mâlik Virâneler…

Altın, sessizdir. Parıltısını da güneşe borçlu değildir; ne ışık arar ne de ışığı çağırır. Kendi varlığıyla parlar, kendi derinliğiyle göz alır. Onun değerini anlamak için bakışların eğitilmesi gerekir; çünkü altın, yüzeyde değil, özde saklıdır. Bağıra bağıra satılmaya çalışılan bir altın, ya sahtedir ya da kendini sarraf sanan onun değerinden şüphe etmektedir.

Değerli olan her şey gibi, altın da sessizliğin hikmetini taşır. Bir insan tahayyül edin; derinliğiyle, tevazusuyla bir altın gibi parlıyor. Bağıra bağıra kendini öne çıkarmaya çalışan biri olabilir mi o? Hayır, hakikat yolcusu, kendini göstermeye çalışmaz. O, sessizce akar; tıpkı bir nehrin denize kavuşması gibi. Çığlık atan bir nehir henüz kendini bilmiyordur ta ki denize kavuşana kadar. Çünkü o anda öğrenmiş, yolunu ve sınırlarını bilmiştir… İnsanlar da tıpkı altın gibi, değerlerini sessizce, gösterişsiz bir şekilde ortaya koyabilirler. Gerçek bilgi, erdem ve güzellik, yüksek sesle ilan edilmez; onlar, varlıklarıyla zaten ışık saçar. Eğer bir şey sürekli olarak reklam ediliyorsa, belki de o kadar değerli değildir! Hikmet sahibi bir insan da bir nevi altındır. O, bağırmaz, çağırmaz. Gönül ehli olanlar bilir ki, hakikatin sesi sükûnettedir. İnsanın kendini bulması için bağırmaya değil, derin bir sessizliğe ihtiyacı vardır. Çünkü hakikatin kapıları gürültüyle değil, ince bir tevekkülle aralanır.  “Mir’at’ın itibârı belî sadeliktedir” demişti Hersekli Arif Hikmet. Ayna sade olduğu için itibar görür ve herkes ondan istifade eder.

Altın, özün simgesidir. Dışındaki toz toprağa rağmen onun değeri değişmez. İnsan da altın gibi olmalı; içindeki özü fark etmeli ve o özü dış dünyanın gürültüsünden sakınmalı. Gösterişle parlamak isteyenler, sahte bir altının taklidinden öteye geçemez. Gerçek olan ise kendini anlatmaz, yalnızca var olur. Çünkü varoluş, zaten yeterince güçlü bir mesajdır. Bir altın gibi sessiz ve derin yaşamak… İşte bu, insanın hakiki bir değer haline gelmesinin sırrıdır. Parıltını göstermeye çalışmadan, sadece parlamaya cesaret edebilir misin? Çünkü altın bağıra bağıra satılmaz; o, fark edeni bekler, anladığında ise sadece sessizlik kalır.

“Hakkı gel sırrını eyleme zahir,

Olmak ister isen bu yolda mahir,

Harabat ehlini hor görme Zakir,

Defineye malik viraneler var…”  Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerine bu meşhur dizeleri söyleten hikâye rivayete göre şöyleymiş; İbrahim Hakkı Hazretleri’nin Şâkir ve Zâkir adında iki evladı vardır. Zâkir, adı gibi sürekli Hakk’ı zikirle meşgul sâlih bir evlattır. Şâkir ise (Sûretâ) günahkar biridir… Bir gün İbrahim Hakkı Hazretleri, Zâkir’i alır yanına birlikte bir yere gideceklerini söyler. Giderlerken yol üzerindeki meyhanenin önünde Zâkir’e beklemesini söyler, içeri girer. Oğlunun ne kadar borcu olduğu sorar ve tüm borcu kapatır, çıkar ve Zâkirle beraber yola devam ederler. Bir zaman sonra Şâkir, meyhaneciden babasının gelip bütün borçlarını ödediğini öğrendiğinde çok utanır. Tüm benliğini kaplayan derin hayâ ve üzüntüyle peşlerine düşer. İbrahim Hakkı Hazretleri ve Zâkir bir uçurumun kenarındadır ve babası oğluna: “Kırklar’dan biri vefat etti. Atla, kırklara karışasın” der. Gökyüzünde de otuz dokuz tane kuş dönmektedir. Zâkir o ilme rağmen bir an tereddüt eder. Tam o anda yanlarına varan Şâkir, “Hakkını helal et baba, Bismillâh!” der, atlar ve kırklara karışır. Zâkir’in şaşkınlığı arasında, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri meşhur sözünü söyler: “Harabât ehlini hor görme Zâkir, defineye mâlik virâneler var…”

Sessizlikte saklı o hakikati bulmak dileğiyle…

Loading

Bir yorum yaz

Bu web sitesi, web deneyiminizi iyileştirmek için tanımlama bilgilerini kullanır.
Anasayfa
Yazılar
Şiirler
Dilde Gam Var