Skip links

Derdi Olan Neylesin?

At sırtında bir ömür…Seferden sefere, zaferden zafere koşan bir Padişah. Yeri gelince kale gibi duran bir beden, kaya gibi bir bilek, adı gibi yavuz bir mizaç, yeri gelince kuş tüyünden yumuşak bir kalple yazılan şiirler… Dedesi Fatih, oğlu Kanûni olan bir yiğit… Sina çölünü Efendimiz aleyhisselam’ın ruhaniyetiyle bir adım arkasından yürüyerek geçen gönül gözü açık Sultan… Hilafet tahtının sultanı, Hâdim’ül Haremeyn Yavuz Sultan Selim Han.

Hani sık sık söylenir ya; “aşkta kavuşma yoktur” diye. İşte çok kibar, çok zarif bir örneğini paylaşmak istiyorum sizinle;

Mısır’ı fethettiğinde bir süre orada kalır sultan. İdareyi eline alıp kendi hâkimiyetini yerleştirmek için bu elzemdir. Bu sırada bir çadırda kalıyor. Çadırı süpürüp temizleyen, yemeği yapan Mısırlı bir cariye vardır ki, Yavuz Selim Han sabah çıkınca, cariye geliyor, akşama kadar çadırı temizleyip yemekleri hazırlayıp gidiyor, akşam olunca da sultan çadırına dönüyor. Cariye nasıl olduysa bir kaç defa Yavuz Sultan Selim Hanı görür ve Ona âşık olur. Lâkin ümitsiz bir aşk… Zira bir tarafta koskoca Cihan Padişahı Halife-i Rûy-i Zemin, diğer tarafta bir cariye…

Fakat cariyenin aşkı dayanılmaz seviyeye ulaşıp da kalbine sığmaz hale gelince, ne yapacağını bilemez halde Halifeye açılmaya karar verir. Lâkin aradaki uçurum cariyeyi iyice çıkmaza sokar ve kararsız hale getirir. Bir yandan aşkının dayanılmaz baskısı, diğer yandan aradaki devâsâ farkın kendini engellemesi arasında bocalayan cariye Halifenin karşısına çıkma cesaretini kendinde bulamadığından, yazıyla ilân-ı aşk etmeye karar verir. Ve üç kelimelik bir not yazarak Halife hazretlerinin yatağına bırakır.
Notta sadece üç kelime yazılıdır:

Derdi olan neylesin?”

Akşam çadırına gelip de yatağının üzerinde küçük bir kağıt parçası bulan Yavuz Sultan Selim Han, kağıdı okuyunca bu notu yazanın, çadırını süpüren cariye olduğunu anlar. Ve kâğıdın arkasına cevabını yazar:

“Derdi neyse söylesin.”

Kâğıdı aynı yere bırakır. Sabah olunca da çıkıp gider. Bir müddet sonra Cariye temizlik için çadıra geldiğinde ilk iş olarak kâğıdı arar. Kâğıdı bıraktığı yerde duruyor bulur. Kaparcasına kâğıdı alıp okuduğunda heyecanı bir kat daha artar. Halifenin cevabından cesaretlenen cariye, kâğıdı çevirip dünkü notunun altına şu cümleyi ekler:

“Korkuyorsa neylesin?”

Akşam olur. Halife çadıra döner. Kâğıdı okur ve cevabı yazar:

“Hiç korkmasın söylesin.”

Sabah bu cevabı okuyan cariye artık kararını vermiştir: Aşkını bu akşam halifeye söyleyecek. Ne olacaksa olsun artık.
Ve o gün temizliği bitirdiği halde gitmeyip Halifeyi beklemeye başlar. Yavuz Sultan Selim Han akşam çadıra dönünce cariyeyi kendisini bekler bulur. Cariye, Halifeyi görünce hemen ayağa kalkıp el pençe, boynu bükük durur.
Yavuz Selim Han “Buyurunuz, sizi dinliyorum” deyince, cariye bütün cesaretini toplamaya çalışırken, titreyen ellerini gizlemek için elleriyle dirseklerini tutarak kollarını kavuşturur. Heyecandan yüzü kıpkırmızı olmuştur.
Kalbi yerinden fırlarcasına atarken, titrek ve mahcup bir sesle: “Efendim…” der. “Cariyeniz…” ve cümlesini tamamlayamadan “Allah!” diye feryat ederek yığılıp kalır. Kalbine sığmayan aşkını söyleyemeden ruhunu teslim eden cariyenin, bu tertemiz aşkı karşısında Koca Halife gözyaşlarını silerek etrafındakilere şöyle der:
“Gerçek aşkı şu cariyeden öğrenin. Zira âşık, maşukunun yolunda olur ve o yolda da ölür…

Pervane mumum etrafında döner durur. O ateşin kendisini yakacağını bilir ve yine de döne döne kendini ateşin kucağına bırakır. Niye? Çünkü pervane için yanmak değil donmak felakettir…

Hani başında demiştim ya “yeri geldiğinde yumuşacık kalbiyle şiirler yazıyor” diye. Selîmi mahlasıyla çok güzel gazelleri vardır. Çok sevdiğim bir dörtlüğünü de paylaşmak istiyorum siz kıymetli okuyucularla;

Merdûm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek

Giryemi etti füzûn, ekşimi hûn etti felek

Şîrler pençe-i kahrımda olurken lerzân

Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek

Felek (zamanın muhâlif şartları) gözbebeklerime ne sihir etti

Ağlamamı pek ziyade kıldı, gözyaşımı kan etti

Aslanlar kahır pençem altında inlerken (gel gör ki)

Beni bir ceylan gözlünün esiri (mahkûmu) etti.

Yavuz Sultan Selim Hân’ ın değme şâirlere parmak ısırtacak kalitede terennüm ettiği bu mısralarda:

Şiirde yanyana gelen şîr ve pençe kelimelerinin ismini oluşturduğu hastalık, yani şîr-pençe, Sultan’ ın vefâtına sebeptir malûm. Başlangıçta bir çıban şeklinde görülen ve giderek vahamet kesbeden bu hastalık kanser imiş ve çıbanın tam ortasında ceylan gözüne benzeyen yemyeşil bir bölge varmış.

Ve derler ki bu mısralar terennüm edildiğinde hastalık bahis mevzûu değil idi…

Loading

Bir yorum yaz

  1. Derdi olan neylesin… Aşkin Büyüklüğü ve bir kalbi durdurabilme gücü..

Bu web sitesi, web deneyiminizi iyileştirmek için tanımlama bilgilerini kullanır.
Anasayfa
Yazılar
Şiirler
Dilde Gam Var