Skip links

Güncel Zâlim

Her şeyin mükemmel olmak zorunda olmadığı hayatlar vardı. Eksikliklerin tatlı olup göze batmadığı, “iki gönül bir olunca” diye başlayıp gönle ferahlık veren sözlerimiz ne kadar da gönülden kullanılırdı. Yoğurt kaplarında ya da Vita kutularında serpilen, büyüyen çiçeklerimiz… Çiçeğe sorsan o kutuları yadırgamayacak kadar güzel açarlardı. Çünkü çiçekler için böyle bir kaygı yoktur. Onlar olduğu yeri, durduğu kapı önünü, boyası kavlamış ahşap pencere önlerini güzelleştirmeyle mâhirdirler. Ahşabın kokusu her köşeye sinmiş bir ev, bastığın yerin sana aynı anda kulağı tırmalamayan bir gıcırtıyla karşılık vermesi ne kadar güzeldi. Sararmış duvar kağıtları, üstünde solmuş eski bir fotoğraf, cızırtılı bir gramofondan çıkan buğulu bir ses ve sobanın üstünde kendine has sesiyle kaynayan güğümün sesi tüm yorgunluğunu almaz mıydı insanın? Ya gece yattığımızda sessiz sesiz yanan o sobanın deliklerinden tavana yansıyan kırmızı kırmızı oynaşan alevler. Ve bu sıcak yuvalarda dönen keyifli sohbetler… Soba dibinde oturur ve  Dedemize, Babamıza evimizde büyük kim varsa sorardık küçükken “melek kim, şeytan nedir, nasıldır v.s.” diye. Biz şeytanı küçükken hep tek bilirdik. Aslında o da kalabalık bir ekipmiş. Eli kolu epey uzunmuş. Büyüdükçe, okudukça, sohbet ortamlarına girip çıktıkça öğrendik bunları. İnsanları dünya hayatında yoldan çıkarmak için müsaade aldığını fakat “sen benim sâlih kullarımı yollarından döndüremezsin” diye de İlahi bir ikaz aldığını da bildik sonraları. Bildik de o “sâlih” kul nasıl olunur bunu pek bilemedik gibi… Çocukluğumuz ve gençliğimiz ikili ilişkilerle, candan oyun ve muhabbetlerle, aile bağı kuvvetli, samimi bir şekilde geçti. Birbirine sımsıkı bağlı aileler, tatlı sıcacık gösterişten uzak yuvalar, sohbetler ve huzurlu evlilikler…

Sonraları bir şeyler oldu bize…

Şeytanın diğer yüzlerini, yakın arkadaşlarını, elinin kolunun uzunluğunu öğrenmeye ve görmeye başladık yakinen. Ellerimize bir şeyler tutuşturdular. Hem de büyük paralar harcatıp. Güzel ve ışıl ışıl ekranlı, çok zengin içerikli bir şeyler tutuşturdular ellerimize. Kapıldık bu dünyanın gösterişli ışıltısına… İlk başta bilemedik. Sadece paramız gidiyor ve iyi bir telefon alıyoruz zannettik. Hayatımız kolaylaştı dedik, dünya avucumuzda dedik, işimiz artık burada dedik. Hep bir şeyler dedik. Dedik, dedik ve dedik… Mütemadiyen dedik. Önce kendimizi inandırdık bunlara. Sonra eşimizi ve dostumuzu. Sonradan sonraya onlarda inandı buna. İşte onlarda inandıktan sonra başladı içimizdeki çılgın değişim. Bu çocukluğumuzdan bildiğimiz şeytan değildi. Renk ve şekil değiştiren bir şeytandı bu. Bu zamanların şeytanları!

Herkesin kendine has yalan bir dünyası olmaya başladı. -mış gibi ve -muşuz gibiler çoğaldı hayatımızda. Oysa her insan bir dünya diye bilirdik biz. Bu o dünyanın önüne geçti. Kıyasıya bir yarış başladı hayatlarımızda. Özelimizi aldılar önce elimizden.  Evlerimize girdiler. Mutfaklarımızda vakit geçirdiler. Salonda bizimle oturdular, ne acı ki yatak odalarımıza bile sızmayı başardılar. Onlar artık hep bizimleydiler. Sonraları kalplerimiz, gözlerimiz ve dudaklarımız arasında büyük bir set oldular. Muhabbetimize kast ettiler. Konuşamaz, paylaşamaz olmaya başladık.  Aile yapısını bozmak için en büyük silahlarını yapıp bizlere de buna para verdirip ortak ettiler. Yuvaları bozdular “bak daha iyisi, daha güzeli var” diye diye girdiler içimize… Robot gibi yaşayan, muhabbetsiz, sohbetsiz çiftler oluşturdular bizlerin de desteğiyle. Onlar bilsin, onlar görsün diye yaşar olduk. Yarışa girdik, hırslandık, yendik, mağlup olduk, koştuk, yürüdük, sevdik, sevildik ve bunları yarışın bir parçası haline getirdik.

İşte tüm bunlar olurken şeytanlar da ellerini mütemadiyen ovuşturmaya devam ediyordu ağızlarından salya akıtarak ve kıs kıs gülerek. Çünkü büyük bir zafer kazanmışlardı. Kazanmaya da devam ediyorlardı.  Aileyi bitirirsen başka neyi kaybettirebilirdin ki bir topluma… Bu suç hepimizin değil mi? Omuzlarımızda çok ciddi bir yük olarak taşımaya devam ettikçe suçumuz artmaya devam edecek ve bir vakit gelecek artık taşıyamaz olacağız…

Peki artık omuzlarımızdan indirebilmemiz mümkün mü?

Hamiş;

Bir yolculukta iki çift düşünün. Bir çift sosyal medyayı aktif kullanıyor. Diğer çift pek oralı değil. Hatta telefonları bile diğerlerine göre epey eski. Aynı yere giden bu çiftlerin birisi yolculuk boyunca Elele dışarıyı izleyerek sohbet ediyorlar. Diğer çift ellerinde telefon, kulağında kulaklık bir boşlukta yolculuk ediyor. Sizce de plan tıkır tıkır işlemiyor mu?

Loading

Bir yorum yaz

Bu web sitesi, web deneyiminizi iyileştirmek için tanımlama bilgilerini kullanır.
Anasayfa
Yazılar
Şiirler
Dilde Gam Var