Sokaklar…
Ayak seslerini yutan derin bir nefes gibi,
sessizce uzanır ufka.
Kaldırımlar yorgun,
üstünde taşınan yüzlerce hikâyenin ağırlığı…
Her biri çatlak,
Geçmiş hayatın izleri.
Loş sokak lambaları,
geceyi yarım yamalak aydınlatır.
Görünmek istemeyenlere şefkat.
Bir ışık, bir gölge,
arada kaybolan yüzler.
Sis çöker ağır ağır,
kollarını şehrin boynuna dolarken,
düşlerimizi sırlar usulca.
Bir akşam bu kadar mı sessizdir?
Ya da biz mi konuşmuyoruz,
kendi içimize gömülmüş?
Adımlarımız yankılanmaz artık,
çünkü soğuk ve sis,
her sesi yumuşatır.
Bir çocuğun bıraktığı yarım oyundan kalan yırtık top,
köşe başında unutulmuş gibi mâsum.
Bir eski ayakkabı,
yol kenarında terk edilmiş gibi mahzûn…
Ve sokaklar,
hiçbir yere gitmeyen yollarıyla,
her şeye rağmen yürümemizi ister.
Sisli akşamlar,
tüm izleri silerken
bize kendimizi unutturur.
Bir sokak lambasının titrek ışığında,
kaybolan yüzümüzü ararız belki,
ya da geçmişin soğuk bir nefes gibi
yüzümüze vurmasını bekleriz.
Loş sokak lambaları,
bize gecenin de konuşabileceğini öğretir.
Ama sessizce,
Ama fısıldayarak,
Ama susarak…
Ve sokaklar, kaldırımlar,
sisli akşamların koynunda
hep bizimle kalır.